Kürk Mantolu Madonna Yazarı: Sabahattin Ali Tür: Roman |
Arka Kapak:
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
***
1943'te Remzi Kitabevi tarafından kitap olarak basılan Kürk Mantolu Madonna, daha önce 18 Aralık 1940-8 Şubat 1941 tarihleri arasında “Büyük Hikâye” başlığı altında Hakikat gazetesinde 48 bölüm olarak yayımlanmış.
Raif Efendi'nin Maria Puder'e olan aşkının anlatıldığı romanda; iki hikâye, iki mekân, iki zaman ve bunların kesiştiği bir ‘an’ mevcut. Çerçeve hikaye, banka memuriyetinden ayrıldıktan sonra, arkadaşının yardımı ile bir iş bularak Raif Efendi ile aynı odada çalışmaya başlayan ve aralarında bir yakınlık oluşmasıyla Raif Efendinin evine de girip çıkan, edebiyat meraklısı, yirmi beş yaşını doldurmamış isimsiz anlatıcı tarafından objektif bir şekilde aktarılır. Çerçeve hikaye 1933 yılında Ankara'da geçerken, iç hikâye Berlin'de, 10-15 sene öncesi bir zamanda Raif Efendinin başından geçen bir aşk hikâyesidir ve kişiler, olaylar öznel olarak Raif Efendi'nin bakış açısı ile hatırat olarak aktarılır.
Raif Efendi hastalanıp, ölümünün yaklaştığını anladığında, yakılmak üzere genç iş arkadaşına kendisine ait bir hatıra defteri bırakır. Arkadaşı da Raif Efendi'yi daha yakından tanımak ve anlayabilmek için defteri okur. Raif Efendi bu defterde İkinci Dünya savaşı öncesinde babasının isteği üzerine Berlin'e gittikten sonra, Almanya'daki hayatını ve Yahudi bir kızla yaşadığı tutkulu aşkını anlatmaktadır.
Raif Efendi Berlin'de gittiği bir sanat galerisinde gördüğü bir tablodaki kadına hayran olur. Günlerce "Kürk Mantolu Madonna" resminin olduğu sergi salonuna gider ve kendisine daha önce hiç hissetmediği duygular uyandıran bu tabloyu gün boyunca seyreder. Kendisini çizdiği tablonun sahibi olan sanatçı Maria Puder, Raif Efendi'nin tabloya hayranlığının farkındadır ve yine ziyaretlerinin birinde Raif Efendi'nin yanına gelerek kendisi ile konuşur.
Biri Batı’dan öteki Doğu’dan iki farklı yapıdaki düş insanının karşılaşmasıdır bu. Raif Efendide genel geçer erkek özellikleri, Maria Puder’de ise kadınlara has özellikler yoktur. Maria; Raif'i de çok naif bulduğunu dile getirir. İkisi bu özellikleri sayesinde birbirlerini tamamlarlar ve uzun süren bir arkadaşlık başlar. Raif Maria'yı çok sevmektedir fakat Maria'nın kendisine olan hislerinden emin olamaz.
Babası ölünce yurda dönen Raif Efendi, Maria ile mektuplaşmaya devam eder ancak birkaç mektuptan sonra, Maria'nın mektupları kesilir. Raif Efendi'nin kasvetli günleri de bundan sonra başlar. Sevmediği bir kadınla evlenir. Mektupların kesilmesinden on yıl sonra Raif Efendi, Ankara garında gördüğü bir Alman kadından, Maria’nın götürüldüğü toplama kampında ölmüş olduğunu öğrenir.
Sabahattin Ali'nin Raif Efendi karakterini tüm ayrıntıları ile çizdiği romanda, Raif Efendi'nin hayatı kendi ağzından ve çocukluğundan başlamak üzere anlatılır. Sıkılgan, utangaç, içine kapanık, melankolik, edebiyata ve okumaya meraklı, romantik, hayalperest, mücadeleci olmayan, kadınlardan kaçan, hayata ve insanlara karşı kayıtsız, silik ama hayatı kalenderane bir tavırla yaşamaya çalışan psikolojik derinliği olan bir kişidir Raif Efendi. Arkadaşlarıyla oyun oynayacağı yerde yalnız başına oturup roman okumayı, hayal kurmayı tercih eder. Çocukluğundan itibaren bütün olumsuzluklarda tabiata sığınır, hayat karşısında mücadele etmekten ziyade bırakıp kaçmakta, bir kenara çekilip ağlamaktadır. Aynı davranışlar kadınlar konusunda da geçerli olmakta, bir kadında hoşlamya başldığnda, ondan kaçmaktadır. Kadınlara karşı utangaç ve sıkılgan olmasının yanında takıntıları da olan biridir.
Raif Efendi'nin dünyasında kadın "maddilikten uzak, yaklaşılmaz bir mahluktur" ve Raif Efendi, kendi dünyasında yalnızdır. Maria Puder’in “Berlin’de yalnızsınız değil mi?” sorusuna “(…) Tamamen yalnızım…Ama Berlin’de değil…Bütün dünyada yalnızım…Küçükten beri…” cevabını verir.
Raif Efendi, hayatı boyunca kendisine yapılan haksızlıklara sessiz kalarak boyun eğmiş, başkalarınn istediği doğrultuda yaşamını sürdürmüş sevmediği bir kadınla evlenmiştir. Hayatında gerçekten yaşadığını hissettiği sadece bir anısı olmuştur ve bunu günlüğüne aktarmıştır.
Romana ilk başlarda isim olarak, Raif Efendiyi tanımlayan ve kendisine de yakıştırmış olduğu sıfat olan “Lüzumsuz Adam” düşünülmüş.
Maria'nın karakteri, Raif Efendi'nin tersine baskındır ve sıradışı bir yaradılışı vardır. Özgür yetişmiş ve başına buyruk yaşamıştır, feminist bir eğilimi olduğu söylenebilir. Erkek tahakkümünden hoşlanmaz, erkeklerin kadınlara bakışlarından, hareketlerinden, tavırlarından nefret eder. Maria Puder’in erkeklere karşı beslediği nefret benzer bir şekilde kendini erkeklre beğendirrmeye çalışan kadınlara da yansır:
“Mektepte kız arkadaşlarımın miskinliği, emelleri beni daima tiksindirdi. Hiçbir şeyi, kendimi erkeklere beğendirmek için öğrenmedim. Hiçbir zaman erkeklerin önünde kızarmadım ve onlardan bir iltifat beklemedim. Bu hal beni müthiş bir yalnızlığa mahkûm etti. Kız arkadaşlarım benimle ahbaplık etmeyi ve fikirlerimi kabul etmeyi zevklerine ve rahatlarına aykırı buldular. Hoş tutulan bir oyuncak olmak, onlara insan olmaktan daha kolay ve cazip geliyordu. Erkeklerle de arkadaş olmadım. Aradıkları yumuşak lokmayı bende bulamayınca müsavi kuvvetlerle karşı karşıya gelmektense kaçmayı tercih ettiler. O zaman erkek azminin ve kuvvetinin ne olduğunu gayet iyi anladım; dünyada hiçbir mahlûk bu kadar kolay muvaffakiyetler peşinde koşmaz ve hiçbir mahlûk bir erkek kadar hodbin, kendini beğenmiş ve nahvetli, fakat aynı zamanda korkak ve rahatına düşkün değildir. Bir kere bunları fark ettikten sonra erkekleri sevebilmem imkânsızdı."
"Dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum, biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için. Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil. Erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek. Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz?”
Kürk Mantolu Madonna’nın kim olduğu konusunda pek çok şey söylenmiş olmasına rağmen Maria Puder’in, tek bir kadın olmayıp Sabahattin Ali’nin hayatta tanıdığı birkaç kadının birleşimi olduğu sonucuna varılabilir. Sabahattin Ali'nin Ayşe Sıtkı İlhan’a yazdığı bir mektupta kullandığı ifadelerden en çok da 28 namıyla meşhur olan kadın olduğunu düşündürtmekte. “Almanya’da Frolayn Puder isminde bir hatuna ziyadesiyle âşıktım. (Bu kadın arkadaşlar arasında 28 namıyla meşhurdur.) O zamanlarda ise Berlin’de şu meşhur Deli Şarkıcı filmi oynamıştı ve oradaki Sonny Boy şarkısı herkesin ağzında idi. Şimdi bunu mırıldanınca sisli ve yağmurlu teşrinievvel günlerinde 28 ile müzelere veya sinemaya gidişim aklıma gelir. Yolda mütemadiyen kızcağızın yüzüne dalar, önümü görmezdim, o da hafif bir tebessümle başını bana doğru çevirerek bu salaklığımı mazur gördüğünü anlatmak isterdi. Âşık olduğum kimseler arasında bana bu kadın kadar iyi muamele edeni olmamıştır. Parmağının ucunu bile koklatmadığı halde beni kırmaz, aramızda genişlemeyen ve daralmayan muayyen bir mesafe muhafaza etmesini gayet iyi bilirdi...” Özellikle bu kadının soyisminin romandaki Maria Puder ile aynı olması ve romanda yer aldığı gibi müze ziyaretleri dikkat çekici.
Sabahattin Ali, hikâye ve romanlarındaki karakterleri yaratırken yakın çevresindeki pek çok kişiden bir takım özellikleri gerek isimleriyle, gerekse karakterleriyle eserlerine yansıtır. Kürk Mantolu Madonna’da Raif Efendi’de Sabahattin Ali’den izler görülür. Raif Efendi de Sabahattin Ali gibi Almanya’ya gitmiştir. Kürk Mantolu Madonna’da çizilen karakterler ihtirastan yoksun ve kavgaları genelde kendileriyledir.
Mekan tasvirleri ise; sadece olayların geçtiği bir sahne olarak kalmayıp, romandaki kişilerin içinde bulundukları duygusal ve ruhsal durumlarla bütünleşmekte. Anlatılmak istenen duyguyu, yaratılmaya çalışılan tabloyu, oluşturulmak istenen kimliği tamamlar nitelikte. Özellikle mevsim tercihleri duygularla bütünleşmekte, tabiat kimi zaman hüzünlere kimi zaman da mutluluklara eşlik etmekte.
Sabahattin Ali ve Kürk Mantolu Madonna hakkında yapılan çok fazla yorumdaki ortak düşünce; Sabahattin Ali’nin diğer roman ve eserlerinin aksine bu romanında sosyal konulardan ve siyasetten uzak durduğu, merkeze aşk konusunu koyduğu yönündedir. Sabahattin Ali'nin arkadaşları tarafından "fazla romantik, anlamsız bir yapıt" olarak eleştirilen Kürk Mantolu Madonna hakkında Nâzım Hikmet, Mayıs 1943’te Bursa Hapishanesi’nden gönderdiği mektupta şunları yazmış:
“Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitabı hem sevdim, hem kızdım. Evvela niçin kızdığımı söyleyeyim. Kitabın birinci kısmı bir harikadır. Bu kısmın kendi yolunda inkişafı yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haşmetle genişlemek istidadında ki, insan buradan ikinci kısma geçerken, elinde olmayarak, yazık olmuş, bu çok orijinal, çok mükemmel başlangıç ve imkân boşuna harcanmış, keşke bu başlangıç harcanmasaydı, diyor. Ben başlangıcı okurken yani Berlin’e kadar olan pasajı, senin benim anladığım manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o başlangıcı almak ve kahramanın ölümünü kısaca tekrarlamak suretiyle o ailenin efradı ve eşhasının hayatları etrafında bir ikinci cilt, ayrı bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye başladığımız harika musiki birdenbire kesilmiş olmaz. Gelelim ikinci kısmına, o kısım, başlı başına bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyatı için lazımdı. Sen bu tecrübeyi başarıyla yaptın.”
Nazım Hikmet'in yazdıklarından da yola çıkarak; iki bölümden oluşan romanın ilk bölümünde rus edebiyatının etkilerini görüp, rus edebiyatı kokusunu alırken ikinci bölümde güzel bir aşk hikayesi okuyorsunuz.
Türk edebiyatının başarılı psikolojik romanlarından olan Kürk Mantolu Madonna, etkileyici bir konuya sahip ve son derece ustaca kurgulanmış en güzel aşk hikayelerinden. Sabahattin Ali'nin başarılı psikolojik tahlilleri, duygu ve kişi tasvirleriyle okuyanı hikayenin tozlu atmosferine çekiyor ve merak unsurunu son sayfaya kadar canlı tutarak, kendisine bağlıyor. İçten, güçlü, akıcı anlatımı ve yalın dili okunmasını kolaylaştırıyor ve heyecanla devam etmeyi sağlıyor. Bir yandan elinizden bırakamayıp bir solukta okumaktan kendinizi alamazken, diğer yandan hemen bitecek diye korkarak, çoğu cümlelerin üzerinden tekrar tekrar geçiyorsunuz. Roman bittikten sonra, gerçekten varolmuşlarcasına Raif Efendi ve Maria aklınıza düşmeye devam eder, hayal mi gerçek mi bilemezsiniz ancak Raif Efendi'nin derdi ile dertlenir, iç çekmekten kendinizi alamazsınz.
Yetmiş iki yıl önce yayımlanan "Kürk Mantolu Madonna", bugün hala okuyucusu üzerinde güçlü bir etki bırakıyor ve en çok satanlar listesnin en üst sıralarında yer almaya devam ederek, kitap okurlarını, edebiyatseverleri ve yayıncıları şaşırtıyor.
"Kürk Mantolu Madonna" başta Almanca olmak üzere başka dillere de tercüme edildi.
Eserleri Şiir
Bestelenen şiirleri
Öyküleri
Oyun
Romanları
Derlemeler
Çevirileri
|
Sabahattin Ali (25 Şubat 1907 - 2 Nisan 1948) öykücü, şair, öğretmen, yazar ve gazeteci. Hayatı: 25 Şubat 1907'de Edirne Vilayeti'nin Gümülcine Sancağı'na bağlı Eğridere kazasında doğdu. Babası piyade yüzbaşısı (Cihangirli) Selahattin Ali Bey'in görev yerlerinin sık sık değişmesi dolayısıyla, ilköğrenimini İstanbul, Çanakkale ve Edremit'in çeşitli okullarında tamamladı. 1921'de Edremit'e göçtüklerinde bölge Yunan işgalinde olduğu için emekli olan babası aylığını alamadı ve aile çok zor günler geçirdi. İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulu'na girdi ve beş yıl burada okudu. 1926 yılında İstanbul Öğretmen Okulu'nda mezun oldu. Bir yıl kadar Yozgat'ta ilkokul öğretmenliği yaptı, Millî Eğitim Bakanlığı'nın açtığı sınavı kazanarak Almanya'ya giderek iki yıl (1928-1930) orada okudu. Yurda döndükten sonra, Orhaneli’nde ilkokul öğretmenliğine atandı. Aydın ve sonra Konya ortaokullarında Almanca öğretmenliği yaptı. 1932 yılında Konya'da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk'ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklandı. Bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yattı, 1933 yılında Cumhuriyetin onuncu yıl dönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla özgürlüğüne kavuştu. Cezaevinden çıktıktan sonra Ankara'ya gitti ve Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurarak yeniden göreve alınmasını istedi. Dönemin bakanı Hikmet Bayur'un "eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini" istemesi üzerine 15 Ocak 1934 tarihinde Varlık dergisinde "Benim Aşkım" adlı şiirini yayımlayarak Atatürk'e bağlılığını göstermeye çalıştı. Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü'ne alınmış, Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmıştır. 16 Mayıs 1935 günü Aliye Hanım ile evlenip, 1936'da askere alınmıştır. 1937 Eylülünde kızı Filiz Ali dünyaya gelmiştir. Yedek Subay olarak askerliğini Eskişehir'de tamamlamış, 10 Aralık 1938'de Musiki Muallim Mektebi'nde Türkçe öğretmeni olarak göreve başlamıştır. 1940 yılında tekrar askere alınıp, askerliğini yaptıktan sonra 1941-1945 yılları arası Ankara Devlet Konservatuarı'nda Almanca öğretmenliği yapmıştır. "İçimizdeki Şeytan" romanı milliyetçi kesimde büyük tepki topladı. Nihal Atsız'ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık dava açtı, dava sırasında çok sıkıntı çekti. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamadı. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alındı, 1945 yılında İstanbul'a giderek gazetecilik yapmaya başladı. Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kaldı, 1946 - 1947 yılları arası Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkardı. Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaştı, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatıldı, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturmalar açıldı. Dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yattı ve karşılaştığı baskılardan bunaldı. Ali Baba dergisinde yayımladığı "Ne Zor Şeymiş" başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: "Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi". Bir başka dava nedeni ile 1948'de Paşakapısı Cezaevi'nde üç ay yattı. Çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başladı, işsiz kalıp, yazacak yer bulamadı. Baskılardan uzaklaşmak için yurt dışına gitmeye karar verdi ancak kendisine pasaport verilmedi. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı bulamayınca da Bulgaristan'a kaçmaya karar verdi ve para karşılığı Ali Ertekin adlı bir kaçakçıyla anlaştı. Ordudan atılmış olan bir astsubay olan Ertekin, geçimini yurt dışına adam kaçırmakla sağlamakta, öte yandan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti adına ajanlık yapmaktaydı. Resmi açıklamalara göre Ertekin, "milli hislerini tahrik ettiği için" Sabahattin Ali'yi başına sopa vurarak öldürdü. Cesedin 2 Nisan 1948 tarihinde Bulgaristan sınırında şaibeli bir şekilde bulunmasından sonra, 28 Aralık 1948'de tutuklanan Ertekin, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Yaptırımı 18-24 yıl olan adam öldürme suçundan, 15 Ekim 1950'de "milli hisleri tahrik" gerekçesiyle cezası indirilerek 4 yıla hüküm giydi. Ancak yazarın yakın çevresi ise Sabahattin Ali'nin Kırklareli'de Milli Emniyet tarafından sorgulanırken işkence sonucu öldüğü ve Ertekin'in paravan olarak kullanıldığını iddia etse de bu hiçbir zaman kanıtlanamadı. Sabahattin Ali'yi öldürdüğünü itiraf eden ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen Ali Ertekin, dört yıla hüküm giymiş; fakat birkaç hafta sonra çıkartılan aftan yararlanarak serbest kalmıştır. Bulgaristan’ın Eğridere (Ardino) kentinde, Sabahattin Ali’nin 100. doğum yılı kutlandı. 31 Mart 2007 günü gerçekleşen toplantıya, başta Bulgaristan Yazarlar Birliği Başkanı olmak üzere Sofya ve Bulgaristan’ın çeşitli kentlerinden Türk ve Bulgar yazarlar, şairler, okurlar ve Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali katıldı. Bütün eserleri 1950'li yıllardan beri Bulgaristan’daki tüm okullarda okutulduğundan, Sabahattin Ali bu ülkede çok tanınan bir yazardır. Edebi kişiliği: Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlamış, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen bu ürünlerini 1926 yılında Balıkesir'de çıkan ve Orhan Şaik Gökyay tarafından yönetilen Çağlayan dergisinde yayımladı. 1926-1928 yılları arası Servet-i Fünun, Güneş, Hayat, Meşale gibi dergilerde de yazdı, bu arada öykü de yazmaya başladı, ilk öyküsü "Bir Orman Hikayesi" 30 Eylül 1930 tarihinde Resimli Ay'da yayımlandı. Toplumsal eğilimli bu öyküyü Nazım Hikmet, şu sözlerle okurlara sundu: "Bu yazı bizde örneğine az tesadüf edilen cinsten bir eserdir. Köylü ruhiyatının bütün muhafazekâr ve ileri taraflarını, iptidaî sermaye terakümünü yapan sermaye darlığın inkişaf yolunda köylülüğü nasıl dağıttığını ve en nihayet, tabiatın deniz kadar muazzam bir unsuru olan ormanın muğlak, ihtiraslı hayatını, kımıldanışların zeki bir aydınlık içinde görüyoruz". Af yasasından yararlanarak hapisten çıktıktan sonra, 1934-1936 yılları arası özellikle Varlık dergisinde yayımladığı "Kanal", "Kırlangıçlar", "Arap Hayri", "Pazarcı", "Kağnı" gibi öyküleriyle dikkati çekti. Anadolu insanına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir boyut kazandırdı. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirdi ve aydınlar ile kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirdi. 1937'de yayınlanan Kuyucaklı Yusuf romanı, gerçekçi Türk romanının en özgün örneklerinden biridir. Halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren "Dağlar ve Rüzgâr" (1934) adlı kitabı edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırdı. Örneğin Yaşar Nabi Nayır, Hakimiyeti Milliye'de şu övücü satırları yazdı: "Bu kitabın mümeyyiz vasfı halk edebiyatı tarzında bir deneme teşkil etmesidir. Sabahattin Ali'nin tecrübeli muvaffak neticeler vermiş. Ve bize, şiirleri doğrudan doğruya bir halk şairi elinden çıkmamış olduklarını hissetirmekle beraber, o tanıdığımız ve sevdiğimiz samimi edayı tattırabiliyor. Komplike imajlardan kaçınılmış olması, bu şiirlere büyük bir sadelik vermiş." Ancak, bu kitabından sonra şiirle ilgilenmedi, sadece hikâye ve roman yazdı. 'Leylim Ley', 'Aldırma Gönül' gibi halk dilinden yararlanarak yazdığı şiirler herkes tarafından bilinir. Sabahattin Ali, Varlık'ta Esirler (1936) adlı üç perdelik bir oyun da yazdı, ancak bu türü de bir daha denemedi. http://tr.wikipedia.org/wiki/Sabahattin_Ali adresinden alınmıştır. |