GÖRÜNMEZ KENTLER
|
Konusu: “Marco Polo yolculuklarında gördüğü kentleri kendisine anlatırken, Kubilay Han’ın onun her dediğine inandığı söylenemez.”: hiçbir atlasta bulunmayan kentlere yapılan yolculukların anlatısı böyle başlıyor Görünmez Kentler’de. Coğrafi ve tarihsel bir yabancılaşmanın ilmek ilmek dokunduğu bu kitapta her kent bir kadın adı taşıyor: bu kentlerin hangi geçmişe, hangi şimdiye ve hangi geleceğe ait olduğunu bilmek olanaksız. Kitabın ilk satırlarından başlayarak okuru saran büyü, Harikalar Kitabı’ndaki düş diyarı Doğu’nun büyüsü. Ama satırlar ilerledikçe göstergeler dağarı ağır ağır değişir. Yerküreyi giderek örten çağdaş dev kentlerin ortasında buluruz kendimizi ve düş kentleri, gölgelerini imgelem perdemizin üzerine düşürdükçe kentler çizgilere, noktalara dönüşür, ve görünmez olur.
Düşlerinde yaşayan bir Marco Polo’nun, hüzünlü birk Yüce Han’a anlattıkları, tıpkı Ortaçağ’ın coğrafya bilgileri gibi, öznel ve tartışılmaz bir amblemler, katalogu olur çıkar. Düzyazı şiirlerden, masallardan düşlerden oluşan bölümlerde birinden ötekine, yine de bir rota çizebilir, bir yolculuğun gizli güzergahı izleyebilir. Belki de, yerlerde sakinleri arasındaki ilişkilerin, kentleri tüm acılarıyla bize yaşatan, onları bizim bir parçamız kılan arzuların ve bunalımların içine bugün hala yapılabilecek tek olası yolculuğun güzergahıdır bu.
Görünmez Kentler’de Calvino, cevaplamaktan çok soru soran, kendisini irdeleyerek, sorgulayarak gelişen, çoğul yön ve katmanları özgürce kat eden özenli ve kusursuz bir yapıya yerleşerek her okura, kendi nedenleri ve duygularına göre bozup bozup kurabileceği bir kitap yazdı. Görünmez Kentler, Calvino’nun en önemli kitabı sayılıyor.
*****
Görünmez Kentler’i Görmek*
(Deniz hocama bir selam!)
“İnanmaya hazırsanız, ne iyi” (s. 119). Diomira, Anastasia, Fedora, Eufemia, İpazia, Ottavia, Ersilia, Smeraldina, Fillide, Adelma, Eudossia, Clarice, Bersabea, Leonia... Nitekim bir kısmını alıntıladığım bu isimler yalnızca kadınları değil, Italo Calvino’nun Görümez Kentler kitabındaki kentleri de nitelendiriyor. Belki hem kadınları ve kentleri, belki ya kadınları ya da kentleri... Bir başka deyişle, gümüş kubbeleri kristal tiyatrosuyla Diomira, göklerinde uçurtmaların uçtuğu Anastasia, cam kürelerin içindeki tasarılardan ibaret Fedora, anıların takas edildiği Eufemia, kendisi bir dil olan İpazia, boşluğa asılı hassas yaşamlarıyla Ottavia, ilişkilerin örümcek ağlarıyla biçimlenen Ersilia, su kanallarıyla sokakların buluştuğu Smeraldina, sonsuz çeşitte köprü, pencere ve döşemelerden oluşan Fillide, sokaklarında yalnızca tanıdık ölülere rastladığınız Adelma, yaşam ve evrenin yansımalarıyla dokunmuş halı Eudossia, mütemadiyen küllerinden doğan Clarice, gökyüzünde ve yeraltında iyi ve kötü yansımalarıyla var olan Bersabea, hergün yinelenen Leonia sadece bir kent değil, bir anı, bir takas, bir arzu, bir ad, bir gösterge ve incelik, gözler, ölüm, gökyüzü, gizlilik, süreklilik kavramlarından oluşturulmuş birer kadın gibidir. Yine de hepsi, Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlattığı gezi hikayelerinden ibaret. Gerçekten varlar mı ya da var olmaya ihtiyaçları var mıdır bilemiyoruz. Belki de hepsi sadece konuşulan kentlerdir ve bu yüzden de gerçekten vardır. Nitekim “konuşulan kent varolmak için gerekli olandan çok daha fazlasına sahipken, onun yerinde varolan kent onun kadar varolamıyor” (s. 111).
Deniz hocanın kütüphanemize bağışladığı binlerce kitaptan biri de Görünmez Kentler’dir. Yirminci yüzyıl masalcısı olarak da anılan Calvino’nun bu ünlü kitabı hem kente ve yaşama, hem de kent ve yaşam arasındaki kuvvetli bağlara dikkatimizi çekmekle kalmaz, her biri bir proje gibi olan “görünmeyen” kentleri gerçekten görmekte, hatta yaşamakta olduğumuzu düşündürür. Kitap her kent/kadın için çok katmanlı bir varoluş biçimine işaret eder. Ve bu katmanlar aslında o kentte yaşayan insan sayısı kadar, onların karakter özellikleri, yaşamları kadar çoktur. Gezgin Marco Polo’nun coğrafya, Kubilay Han’ın tarih disiplinine gönderme yapmak için Calvino tarafından bilinçli olarak seçilmiş karakterler olduğunu düşünseniz de, kitap herhangi bir coğrafi lokasyona ya da zamana işaret etmez. Hikayeler, tamamen yersiz ve zamansızdır; yer ve zamandan bağımsızdır. Öyle ki Kubilay Han’ın atlasında, tarih öncesi dönemlerle (Babil) yirminci yüzyıl modernizmi (Brave New World - Aldous Huxley) bir araya geliverir. Sayfa aralarında, Yeni Atlantis (Francis Bacon), Ütopya (Thomas More), New-Lanark, Enoch, Yahoo gibi ütopik kentler ile İstanbul, Venedik, Semerkand, Kudüs, New York, Marakeş gibi kentsel ütopyalara dair duyduğunuz, gördüğünüz herşeyi yanyana okuyabilirsiniz (belki biraz da bu özelliğinden dolayı, Deniz hocanın, üzerine çok az konuşabildiğimiz bu kitabı ve Calvino’nun dilini çok sevdiğini düşünmüşümdür hep).
Dolayısıyla bir kente bakmadan, orada yaşamadan önce Görünmez Kentleri mutlaka okumuş olmamız gerekir ki, kenti yalnızca bir yollar, binalar, köprüler ağından ibaretmiş gibi görmeyelim. Marco Polo tek tek yolları, binaları, köprüleri tarif ediyor gibi görünse de anlattığı şey bunlardan daha fazlası, bunları oluşturan insanlar, taşlar ve kavisler ile bunlarca oluşturulan insanlar, kentler ve evrendir:
Marco Polo tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
“Peki köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar Kubilay Han.
“Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi,” der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
“Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”
Marco cevap verir: “Taşlar yoksa kemer de yoktur.” (s. 127)
Ar.Gör. İpek Ek
Mimarlık Fakültesi / Mimarlık Bölümü
* Metindeki alıntılar ve sayfa numaraları, kitabın 7. baskısı baz alınarak verilmiştir: Bkz. Italo Calvino, Görünmez Kentler, çev. Işıl Saatçıoğlu (İstanbul: YKY, 2008).
YAZARI HAKKINDA:
Italo Calvino Başlıca Eserleri |
Italo Calvino (d. 15 Ekim 1923 Santiago de Las Vegas/Küba – ö. 19 Eylül 1985 Siena/İtalya) İtalyan yazar ve romancı. |
GÜLÜN ADI |
İtalyan yazar Umberto Eco’nun orijinal adı II Nome Della Rosa romanının sinemaya uyarlanan filmidir. Film, roman kadar geniş yankı yapmasa da, kitaba olan ilgiyi artırmış, Bakerwille'li rahip William rolünde Sean Connery'yi görmek, izleyiciyi ayrıca memnun etmiştir. Senaryo romana sadık bir şekilde uzun diyaloglardan, betimlemelerden uzak, cinayetler, bilgiye olan tutku, ihtiraslar üzerine kurulmuştur. Film genelde başarılı bulunmuş, romana gelen aşırı yorumların tersine başarılı bir uyarlama yönünde olmuştu. Konusu Orta Çağ İtalya’sında geçen film, biri diğerinden ilginç karakterlerle, manastırın, romandaki o ilginç atmosferini izleyiciye iyi yansıtmaktadır.
Konusu, 13.yy'ın Avrupa’sında, siyasi bir çalkantının olduğu zamana denk gelir. İmparator ve papalık makamının yetki savaşı, kilisenin halk üzerindeki etkisi, halkın kiliseye olan bakışı, Hıristiyan tarikatlar arası sürtüşmeler, bilgiye olan açlık, ihtiraslar ve özellikle de romanında ana teması olan cinayetler, üzerine yapılmış polisiye bir yapımdır.
Fransiskenler'in lideri Cesenalı Michelle'in, İsa ve Havarileri'nin yoksul olduğunu, yoksul bir yaşam sürmenin gerektiğini söylemesinin ardından, imparator, Fransiskenler'e karşı bir yakınlık hisseder. Oysa Papa XXII. İoannes, tüm tezlerini yetki ve varlık üzerine kurmuştur.
İtalya'nın kuzeyinde bir manastırda cinayet işlenmiştir. Saygın ve bilgili bir Fransisken olan Baskerwilleli rahip William (Eski sorgucu), olayı araştırmak üzere imparator tarafından görevlendirilir. Babası tarafından, rahip William'ın yanına eğitilmesi için verilen genç rahip Melkli Dom Adso da bu görevde hazır bulunur.
Eleştiriler:
Senaryosunu oluşturan romana gelen aşırı eleştiriler filmine pek yansımamıştır. Film genelde başarılı bulununmuş, yorumlar genelde '' filmi daha iyi, romanı daha iyi '' gibi görüşler üzerine olmuştur. Bu, romanın eleştiriye maruz kalan konularına fazla değinilmeyip, ayıklanarak yapılmasının bir sonucu olabilir.