RÜYA SAKİNLERİ
İngilizceden Çeviren: Handan Akdemir |
Irish Murdoch diğer romanlarında olduğu gibi Rüya Sakinleri’nde de aşk, rastlantı, gerçeklik, ahlak anlayışı gibi temel konuları felsefeci yazar kimliğiyle ele alıyor.
Ölüm döşeğindeki ihtiyar Bruno; geçmişini, bu gününü pişmanlıklar içinde düşünürken, gerçekliği sorguluyor ve hayatında pek çok şeyin rüyadan ibaret olduğunu, hayata hiç dokunmadığını keşfediyor.
...................................
s.13
Ona ne olmuştu acaba ve neydi bütün yaşananlar; hem artık neredeyse her şey sona erdiğine göre bir önemi var mıydı ki? Hepsi bir rüya, diye düşündü, insan bir rüya içinde geçiriyor hayatı, hepsi fazlasıyla ZOR. Ölüm tümevarımı yalanlıyor. Neydi bütün yaşananlar diyebileceğin bir "şey" yok. Sadece rüya var, rüyanın yapısı, özü ve son yaptıklarımızla yalnızca başka birinin rüyasında var oluyoruz; gittikçe, gittikçe gözden kaybolan bir gölgenin içindeki gölge…
...................................
Romanlarında ana karakterlerin bakış açıları üzerine odaklanmayıp, karmaşık ilişkiler içindeki çok sayıda kişinin dünyasına yer veren Iris Murdoch; bu romanında da yaşlı Bruno’nun çevresindeki insanların aşk ilişkilerini anlatırken; sinematografik bir atmosfer ve felsefi diyaloglarla okuyucuyu da kendi sorgulamasını yapmaya çağırıyor.
...................................
s.85-86
“Dünya benim irademden bağımsız.”
“Onun mantığı kendi dışında olmalı. Dünyada her şey olduğu gibidir ve olduğu gibi gerçekleşir. İçinde hiçbir değer yoktur.”
“Hem olsaydı da bunun bir değeri olmazdı.”
“Eğer iyi ve kötü niyet dünyayı değiştirse sadece dünyanın sınırlarını değiştirebilir. Dünya bir bütün olarak büyüyüp küçülür.”
“Mutluların dünyası mutsuzların dünyasından tamamen başkadır.”
"Ölümde de olduğu gibi, dünya değişmez, son bulur."
"Ölüm yaşamımızdaki bir olay değildir. Ölüm görüp geçirilmez."
"Eğer ebediyetten anlaşılan, zamanın sonsuz sürekliliği değil de, zamanın olmayışı ise, bugünde yaşayan ebedi yaşar."
"Mistik olan dünyanın nasıl olduğu değil, olmasıdır."
"Konuşamayacağımız konularda."
"Susmalıyız."
...................................
Aşkı ararken başka insanları nesne olarak gören karakterler aracılığıyla, insanın iç ve dış dünyasını yansıtmaya çalışarak ahlak anlayışı eksikliğini gözler önüne seriyor. Sözgelimi bir aşk ilişkisinde; kişinin kendisinin sevdiğinden daha fazla sevilmesine izin vermesinin, birinin ikinci derece bir sevgi karşılığında sorumluluk üstlenmesine, gönülden bağlanmasına göz yummanın belki de suç olabileceği söylenirken tartışmaya açılan yarı örtülü soru-cevaplar da var: Yürümeyen ilişkilerdeki sorun "doğru kişi" sorunu mudur, yoksa "tekeşlilik" sorunu mu? İnsanların arayışlarına göre kılıktan kılığa giren bir tanrı hangi durumlarda yararlı olabilir? Aşk amaç mıdır, yoksa...
Kendisiyle yapılan bir söyleşide “Gerçek hayatta fantastik olan ile sıradan olan, sade olan ile simgesel olan genellikle çözülmez biçimde iç içe geçmiştir. Bence en iyi romanlar da hayatı, bunları birbirinden koparmaksızın araştırıp gözler önüne serenlerdir.” diyen Irish Murdoch’un bu sözleri romanlarının en iyiler arasında yer almasının nedenini açıklıyor.
...................................
s.275
Ne hissediyorlar, diye düşündü Bruno. Sinek kanatları güçlü iplikle vücuduna ezilerek yapıştığında acı duymuş mudur? Örümcek çay fincanındayken korkmuş mudur? Hayat bu uç noktalarda ne kadar gizemliydi? Ama uç noktalardan ortalara gelindiğinde gizem azalıyor muydu? Belki Tanrı olsaydı yarattıklarına aynı merakla bakıp ne hissediyorlar diye sorardı. Ama Tanrı yoktu. Hayatımın büyük bir küresinin ortasındayım, diye düşündü Bruno, ta ki kör bir el ipliği kapıncaya kadar. Yaklaşık doksan yıldır yaşıyorum ve hiçbir şey bilmiyorum. Doğanın korkunç ritüellerini seyrettim ve kendi varlığımın basit içgüdüleri içinde yaşadım, şimdi sona geldiğimde bilgelikten eser yok. Benimle bu küçük zavallı yaratıklar arasında ne fark var? Örümcek ağını örer, o kadar. Ben bilincimi örüyorum, bu konuşma tiryakisini, çok yakında sesi kesilecek bu aylak gevezeyi. Ama hepsi bir rüya. Gerçeklik çok zor. Hayatımı bir rüya içinde yaşadım, şimdiyse uyanmak için çok geç.
...................................
Hemen hemen her romanında gerçeklik konusunu işleyen Murdoch’un kitaplarının sonuna geldiğinizde hayata dair tek gerçekliğin “SEVGİ” olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz.
...................................
s.281
Şeylerin o kadar önemi olamaz, diye düşündü, çünkü insan hiçbir şey değildir. Ama insan insanları sever, bu önemli.”
...................................
YAZARI HAKKINDA:
Iris Murdoch Kitapları:
|
Yaşamı: Jean Iris Murdoch, (d.15 Temmuz 1919, Dublin; ö. 8 Şubat 1999). İrlandalı yazar ve filozof. Murdoch 26 roman, 5 oyun, 5 felsefe ve bir adet toplu şiirler kitabı üretmiştir; 20. yüzyılın en zeki ve üretken yazarları arasında sayılmaktadır. |
![]() |
BOŞ EV Yapımcı Firma: Ki-duk Kim |
Sinemanın görsel gücünü kullanmayı büyük bir ustalıkla başaran Güney Kore sinemasının önemli yönetmeni Kim Ki-duk "Boş Ev"de, biri kadın biri erkek iki kahramanının düşsel yolculuğunu anlatıyor.
Filmin Konusu: Kendine ait bir hayatı olmayan, diğer insanların yaşamına, kendi yöntemleriyle ortak olan bir adam... Yardıma ihtiyacı olan genç bir kadın...
Eğitimli fakat evsiz bir genç olan Tae-suk (Huyun-kyoon Lee) sahipleri şehir dışında olan evlerde kısa süreli misafir olarak hayatını sürdürmektedir. Başkasına ait evlere, yaşamlara girip çıkan bu tuhaf yabancı, tanımadığı insanların yataklarında yatıp, onların dolaplarından karnını doyurur, bunun karşılığında evlerindeki bozuk aletleri tamir edip, çamaşırlarını yıkayarak bir nevi borcunu öder. Hırsızdan ziyade bir hayalet gibi yaşadığı evleri sahipleri dönmeden terk eden gizemli genç günün birinde eşi tarafından şiddete maruz kalan eski model Sun-hwa hwa'nın evine girer ve neden sonra Sun-hwa'nın da evde olduğunu, günlerdir onu izlediğini fark eder. Genç adam ve kadın birbirlerinin farkına vardıklarında, kelimelerin gereksiz olduğu bir yolculuğa çıkarlar.
Filmlerinde Güney Kore'yi ve dünyayı "acı verici gerçekle umut kaynağı düşlerin kaynaştığı nokta" olarak yorumladığını söyleyen Kim Ki-duk; Boş Ev’de de aşkı, özel mülkiyeti, toplum dışına itilmeyi, bedensel ve ruhsal şiddeti, insan bedeni üzerinde bir başkasının hak iddia edip edemeyeceği konularını işleyerek; izleyicisini varlık ile yokluk arasında salınıp giden iki kahramanının düşsel yolculuğa çıkarıyor. Filmin büyük kısmında diyalog olmayışı da bu atmosferi destekliyor. Yönetmen Kim Ki-duk "Boş Ev"le ilgili açıklamalarında filmin farklı algılamalara yol açabileceğini ifade ederek; filmin bir karakterin fantezisi olarak izlenebileceği yorumunda bulunmuştur.
İki insanın birbirini anlaması için kelimelerin gereksiz olduğunu filmin büyük bir kısmında diyaloglara başvurmadan anlatmayı başaran Kim Ki Duk; fiziksel algılarımızı da şaşkına uğratıyor.
Ödüller: 2005 yılı içinde gösterime giren “En İyi Film” seçildi. 2004 Venedik Film Festivali'nde FIPRESCI, Küçük Altın Aslan, SIGNIS ve Yönetmen Özel Ödülü; Valladolid Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü; Talinn Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü; Estonya Eleştirmenler Ödülü ve İzleyici Ödülü.